Eğitim, genel itibariyle kişide istendik davranışlar oluşturmayı amaçlayan bir sitem olarak ifade edilebilir. Başka bir deyişle belirli yönlendirmelerle canlı varlığa bilgi ve beceri kazandırma ve bunu kalıcı hale getirme durumuna eğitim diyebiliriz. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere eğitim sadece insanla sınırlı olan bir yapı taşımamaktadır. Nitekim bir köpeğe veya başka bir hayvana da eğitim verilebilir. Görüldüğü üzere önemli olan husus eğitimin kavramsal karşılığı değil anlamsal karşılığıdır. Eğitimin ‘‘nasıl’’ veya ‘‘niçin’’ ini sorgulamak derin bir bakış gerektirmektedir.
Sistematik bir yapıya dönüşmeden önce eğitim, dört duvar arasına sıkıştırılmamıştı. İlkçağ insanı bir şeyleri öğrenirken bunu bir kuruma bağlı ve onun yönlendirmesiyle yapmıyordu. Bireysel öğrenmenin ön planda olduğu bu yapıda, çoğu davranış kalıbı alışkanlığın bir ürünü olarak ortaya koyuluyordu. Bir süre sonra temel ihtiyaçlar alanında önemli bir parametrenin aşılmasıyla birlikte eğitimin bir sistem olarak anlaşılmasına olanak sağlayan çalışmalar yapılmıştır. Bu doğrultuda hemen bütün bilim camiasınca kabul edilen ilk eğitim kurumu Sümerler tarafından Mezopotamya’ya kurulmuştur. Kurulan okullarda matematik, din, yazı ve hukuk gibi alanlarda eğitimler verilmiştir. Sümerlerin eğitim sistemini kurmuş olmaları daha öncesinde herhangi bir eğitimin olmadığı anlamı taşımamaktadır. Buradaki nüans, eğitimin sistemli ve prensipli bir yapıya evirilmiş olmasında yatmakta. Eğitimin nerden geldiğine ve ne olduğuna dair birtakım bilgiler verildiğine göre eğitimin ve eğiticinin neden gelecek için risk teşkil ettiğine değinebiliriz.
Lale Devri, Osmanlı ıslahatları arasında önemli bir yere sahiptir. Bu devirde çeşitli reformların yapılması kararlaştırılmış ve Batı kültürüne entegrasyon girişimi başlatılmıştır. Sadrazam İbrahim Paşa tarafından ortaya atılan bu sistem, afyon görevi görmüş ancak nihai amacından hızla uzaklaşmıştır. Lüks harcamaların yapıldığı, her yerin lalelerle donatılmaya çalışıldığı, batının tek bir günde topluma aşılanmaya çalışıldığı ancak buna rağmen asıl sorunların göz ardı edildiği bu reform paketinin yaşamı uzun sürmemiştir.
Bugün Lale Devri’nin bir benzeri ne yazık ki üniversitelerimizde yaşanmaktadır. Bizler henüz bu kaygılarımızı zihni anlamda tasarlamış ancak metne dökmemişken TÜMA ‘dan (Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması) uyarıyı erkene almamızı gerektiren bir açıklama geldi. TÜMA tarafından yapılan son araştırmada öğrencilerin %64 ‘ü akademisyenlerin anlatımını yetersiz ve işlevsiz gördükleri yönünde görüş belirtmişler. Yani TÜMA’ ya göre her üç öğrenciden ikisi mevcut eğitici profilinden rahatsız. Yapılan araştırmanın detayına indiğinizde ise akademisyenlerin bilgi tutarsızlığı, otoriter ve baskıcı bir mizaca sahip olmaları, objektif anlatımdan uzaklık, pratik noksanlığı, güncel okumalardan yoksunluk gibi nedenlerin gösterildiğini görüyoruz.

Bilim insanları olarak gördüğümüz ve yaptığı çalışmalarla literatüre katkıda bulunmasını beklediğimiz akademisyenlerin bilgisine güvenmemek ve okuma yapmadıklarına kanat getirmek büyük bir çelişki değil midir? Eğer öğrencilerin bu kaygısı gerçekse gerekçesi nedir? Biz bu gerekçeleri birkaç yıldır takip ediyor ve dillendiriyoruz. Sadece yazma kısmı kalmıştı ki o da şu an sizlerle.
Hiç tartışmasız çok kıymetli ve değerli akademisyenler var. Bütün yaşamı boyunca bir öğrenciyi kazanmaktan başka bir gaye gütmeyen bu akademisyenler, geleceğin aydınlık yüzlerinin oluşmasına katkı sağlamaktalar. Bu durumla alakalı kıymetli tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık hocaya müracaat etmekte fayda görüyoruz. Bizzat onun ağzından çıkan şu söyleme bakalım: ‘‘Üniversitede paye alan herkes bilim insanı olamaz; beklemeyin, zorlayamazsınız; araştırma heyecanını duyan, metodik araştırma zevkini almış birkaç üstün zekâ ayrıcalıklı düzeye erişecek, gerçek bilim insanı olacaktır. Prof. Dr. olunca çoğu insan idare ve otoritenin çekiciliğine kapılır. Bu bir mizaç sorunudur. Bilim insanı nadir koşullarda nadir yetişen bir çiçektir.’’[1]
Halil İnalcık’ın dikkat çektiği bu durum, kritiğini yaptığımız konunun önemini ispatlar niteliktedir. Üstelik bu eleştiri Halil İnalcık ile sınırlı da değildir. Bakınız ODTÜ Felsefe Bölümü Başkanı olan Ahmet İmam’ın ‘‘Dünya Gönülden Gönüle’’ isimli eserinde neler diyor; ‘‘Çağımız bilim adamı giderek kurnaz, iş bitirici, fırsatçı, sürekli çıkarlarını kollayan bir insan haline gelmiştir. Bu bilginin üretildiği üniversiteler de, kâr amacına düşen, pazarlama ve satış planları yapan, kendine sürekli piyasa arayan, taleplere göre arzını gerçekleştirmeye çalışan ticari kurumlara dönüşmüştür.’’[2] Ahmet İnam ’ın bu konuyla alakalı daha ağar eleştirileri mevcut. Dileyen ismini verdiğimiz eseri tedarik edip okuyabilir. William James ise günümüz akademik sistemi için ‘‘İki kelimeye sığdırılabilen bir akademisyenden hiçbir fayda beklenemez,’’[3] demiştir. Bu ve buna benzer onlarca örnek mevcut. Ancak biz birkaçını vermekle yetinmek durumundayız.
Akademisyenlerin çoğu üretimi durdurmuş vaziyette. Master seviyesinde çalıştıkları öğrencilere yazdırdıkları makale ile akademik başarılarına başarı kattıklarını düşünüyorlar. Birbirleriyle ilmi yönden değil mevki yönünden rekabete tutuşmuş durumdalar. Bu durum öyle bir noktaya evrilmiştir ki aralarındaki dedikodular öğrencilerin diline kadar düşmüş vaziyettedir.
Bütün akademisyenler sosyal mecrada var olma yarışında. Müstakil bir makale ve kitap yazmaya zamanları yok. Her biri gözüne kestirdiği bir koltuğun peşinden koşturmaya çalışırken sadece birkaç idealist akademisyenimiz elinden geldiğince üretmek ve araştırmakla meşgul oluyor. Ne yazık ki Türkiye’de taklit eğitimi başlamıştır. Bir önceki paradigmanın dışına çıkmaya cesaret edemeyen bir grup akademisyen wikipedia eğitimi vermenin önüne geçememektedir. Bütün cümleler ‘‘den, den’’ li bir yapıya dönüşmüştür. İçtihadın kapanmış olması misali akademisyenler arasında yeni bir söz söyleyen ne yazık ki çıkamıyor.
Üretim ve araştırmanın değil, makam ve mevki kovalamanın revaçta olduğu eğitim sisteminde doğal olarak okumaya zaman kalmamaktadır. Bilimsel doyum anlamında üretilen yıllık kitap sayısı bir avucu geçmeyecek türdendir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK)’ in yayınladığı veriye göre Türkiye’de 200.000 akademisyen görev yapmaktadır. Neredeler bu akademisyenler? Eğitim verdikleri kurumun dışında bir kimliğe sahip olamamak güçlerine gitmiyor mu? 200 bin akademisyenden kaçı kitaplar yazıyor, kaçı yıllık makaleler çıkarmak için kendini geliştiriyor? İmkânlar ve koşullar şimdikinin çok daha gerisindeyken 1300’ü aşkın makale üretmiş olan Hilmi Ziya Ülken araştırmacı ve eğitimciyse, bugün belki de koskocaman bir fakültenin bütün akademisyenlerinin 1300 makale sayısına erişememiş olmaları trajedinin boyutunu ortaya koymuyor mu?
Bu konuda yanıldığımızı görmek en çok mutluluk duyacağımız şeyler arasındadır. Bizlerin, Öğrencilerin, TÜMA’nın vs. yanılmış olmasında hiçbir beis görmüyoruz. Ancak akademisyenlerimize soruyoruz; Literatüre katkı sağlamanın en önemli gaye olduğu bilinen bir gerçekken neden taklit ve wikipedia eğitiminde diretiliyor? Neden Erwin W. Lutzer isimli bir papazın kaleme aldığı kitap ve makale sayısı Türkiye’de görev alan çoğu akademisyeninkinden fazla?
Son olarak akademisyenleri akademik mesleklerine dönmeye davet ediyoruz. Master seviyesindeki öğrencileri aşağılayarak kalmalarına sebebiyet veren, öğrenciyi ezilmesi gereken bir böcek olarak gören, akademik ve ilmi tartışma yürütemeyen, bilgiye bir yön tayin etme cesaretini gösteremeyen eğitimcilere ihtiyacımız yok.
Bizim daha çok Aydın Sayılı gibi bir öğrencinin yetişmesine vesile olan Arıkan ve Hakkı gibi hocalara ihtiyacımız var. Bizim daha çok Ahmet Arslan’ın yetişmesine ön ayak olmuş Ülken, Gökbert, Berkes gibi hocalara ihtiyacımız var. Bizim daha çok İlber Ortaylı’nın yetişmesinin önün açmış Barkan, İnalcık, Köprülü gibi hocalara ihtiyacımız var. Yoksa birbirini ezmeyi kendilerine amaç olarak görmüş bir akademisyenle yola çıkılmaz, yolda kalınır. Lale Devri buhranının üniversitelerimizden biran önce uzaklaştırılması dileğiyle, zihinde kalın.
[1] Halil İnalcık, Söyleşiler ve Konuşmalar.
[2] Ahmet İnam, Dünya Gönülden Gönüle, ODTÜ Yayıncılık, 2. Basım, Temmuz 2019, Ankara.
[3] William James, Pragmatizm, Gece Kitaplığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2020.