İslam Kültürünün Batı Kültürüyle Etkileşimi

İslam, bugün 2 milyarı aşkın mensubu bulunan büyük bir dindir. Bu yönüyle İslam, Hristiyanlıktan sonra en büyük ikinci din durumundadır. İslam dini birden fazla inanışın hüküm sürdüğü bir ortamda ortaya çıkmıştır. Ortaya çıktığı andan itibaren kendisine inanan kitlelere ulaşmaya çalışılmış, yeni kitleler elde etme noktasında ise çeşitli parametreler oluşturulmuştur. Ancak insanların mevcut inançlarını bırakıp yeni ve bambaşka bir öğretiyi kabul etmeleri sanıldığı kadar kolay değildir. Örneğin başlangıçta Hz. Muhammed’in taraftarı neredeyse hiç yoktu. Akraba ve eş-dostları dahi ona inanmayanlar arasındaydı. Ancak bitmeyen mücadelesi sonucunda kendisine duyulan kuşkular yavaş yavaş ortadan kalktı ve çevresindekiler ona inanmaya başladılar. Buna rağmen ona inanların sayısı üç yıl sonra bile hala kırkı geçmiyordu. Bunun sebebi insanların mevcut inançlarını terk etmek istememesiyle alakalıydı. Hz. Muhammed bu durumun zorluğunu biliyor, alacağı kararları ona göre belirliyordu.

İslam dini, yapısı gereği diğer dinlerle arasına büyük uçurumlar koymamıştır. Mesela İslam; Hristiyanlık ve Yahudiliği tenkit etmiyor, kendisini bu dinlerin tamamlayıcısı olarak görüyordu. Bu duruma örnek olarak İslam dininin Hristiyan ve Yahudi evliliğine karşı çıkmaması gösterilebilir. İslam’ın diğer dinlere karşı yapıcı bir yapı sergilemesi, geniş bir kitleye ulaşmasının önünü açmıştır. İslam’ın yayılması noktasında Hz. Muhammed’in verdiği mücadelede kendisine yoldaşlık yapanlara Muhacir dendi. Çektiği zorluklar esnasında sığındığı ve kendisini güvende hissetmesine neden olan kabilelere ise Ensar ismi verildi. 

Hz. Muhammed 610 yılında kendisi aracılığıyla indirilen dinin mücadelesini uzunca bir süre vermiş, nihayet tarihler 630 yılını gösterdiğinde İslam’ın doğduğu Mekke’nin fethedilmesiyle önemli bir eşik aşılmıştır. Hz. Muhammed İslam dininin ilk halifesi olmuştur. O, vefatına (8 Haziran 632) kadar İslam dinini, İslam hukukuyla yönetmeyi başarmış, kendisinden sonra geleceklerin de bu şekilde hareket ederek İslam’ın yayılmasına katkı sağlamalarını beklemiştir. 

Hz. Muhammed’in kültür ve medeniyet açısından ortaya koyduğu yeniliklerden birkaçına değinmek yerinde olacaktır. Hz. Muhammed ırklar arası üstünlüğü kaldırmıştır. O’nun getirdiği sisteme göre siyahın beyazdan, beyazın ise siyahtan bir üstünlüğü bulunmamaktadır. Hz. Muhammed bulunduğu dönemin şartları çok ağır olmasına rağmen kölelerin durumunu yumuşatacak adımların atılmasını istemiştir. Diğer dinler bu konuda kölelikten yana net tavırlar ortaya koyamamış olmalarına karşın Hz. Muhammed kölelerin azad edilmesinin hayırlı olduğunu belirterek ”doğru inanca sahip bir köleye özgürlüğünü bağışlayan kimse, Allah katında büyük sevap kazanır” demiştir. Zenginlerin zekâtının bir bölümünü köleleri azat etmek için kullandırması da köleliğe karşı attığı adımlardan bir diğeridir. Hz. Muhammed’in almış olduğu bu kararın dönemin şartlarına göre ne kadar radikal olduğu köleliğin Avrupa’da XIV. ve XV. yüzyıllara kadar devam etmesinden anlaşılıyor. Hz. Muhammed’in özgür bir adamın köle bir kadından olan çocuğunun da özgür olması gerektiği yönündeki düşüncesi de Avrupa ile taban tabana zıttı. Bunun yanı sıra böyle bir çocuğa sahip olan annenin köle olarak satılması da yasaktı. Çoğu insanın bugün yanlış bildiği üzere İslam’ın  ilk yüzyıllarında kadınların peçe takma zorunluluğu, dışarı çıkma yasakları vs. gibi durumların hiçbir yoktu. İslam coğrafyasında uzunca süre bilimsel araştırmalarda bulunan ve dersler veren kadınların olduğu da bilinmektedir.

Hz. Muhammed’in İslam dini ile İslam hukukunu paralel götürmesi önemli bir unsurdu. Bu yönüyle İslam devleti Ortaçağ boyunca geliştirilmiş bir hukuk sistemine sahip tek halk oluyordu. Böylesi bir yaşam şekli, savaştan sosyal yaşama kadar her alana pozitif etki ediyordu. Örneğin İslam’ın yayılmaya başladığı Arap coğrafyasında savaş esnasında yapılan bir esir antlaşmasında düşman sözünü tutmasa dahi rehinelere zarar verilmesi yasaktı. Bu tutumun sergilenmesinde ihanete ihanetle karşılık verilmemesi dictumu etkiliydi. Bunun yanı sıra savaş esnasında kadınları, çocukları, hizmetçileri ve köleleri öldürmek de yasaktı. Onların korunmaya muhtaç olduğu düşünüldüğünden hassas bir dikkatle mukabele edilmekteydi. İslamiyet’in yayılması ve hukuksal reformlara bir diğer örnek de fethedilen yerler ile alakalıydı. İslam yönetimine göre fethedilen bir yerdeki halk baskıya uğramak şöyle dursun, yönetimin yanında yer alabileceği teşviklerle desteklenmekteydi. Bunun en güzel örneği de fethedilen yerlerdeki yerel halkın orduya katılmasının olanaklı hale getirilmesidir. Bu durum İslamiyet lehine birkaç olumlu sonuç doğurmaktaydı. Bunlardan ilki fethedilen yerlerdeki halkın İslamiyet’i benimsemesini kolaylaştırmak, bir diğeri ise yerel halka güvenildiği ima edilerek esaretlik bir durumun olmadığı izlenimi vermektir. Bu ve buna benzer sebepler nedeniyle fethedilen yerdeki halk bir süre sonra İslamiyet’i seçiyor, bununla kalmayıp savaş durumunda şehrini muhafaza edebilmek adına İslam ordusu saflarında yer alıyorlardı.

İslam sisteminin yukarıda kısaca belirttiğimiz politikaları çeşitli zümrelerce hızlı bir şekilde kabul görmüştür. Bu durum kimi zaman kültürel kimi zaman dilsel bir etkilenimin önünü açmıştır. Özellikle 711 yılında İspanya’nın fethedilmesiyle birlikte batı dünyası İslam dünyasını tanıyarak Müslümanların nasıl bir profile sahip olduğunu öğrenmişlerdir. Tarık bin Ziyad liderliğinde fethedilen İspanya Müslümanların eline geçince büyük bir değişime uğramıştır. O dönem Avrupa’da 2 adet üniversite varken İspanya’ya 12 adet yüksekokul kurulur. Her yer kütüphanelerle donatılır. Sadece Kurtuba’daki kitaplığa 600 bini bulan kitap eklenir. Şehir halkı bu yoğun eğitim ve kültür hayatından çok etkilenir. Bunun yanısıra bu durum Avrupa’yla büyük bir tezat da oluşturur. Nitekim o zamanlar Paris hak ettiği değeri almayan bir şehirken, Berlin ise ilgisiz bir taşradır. Bu nedenden ötürü olacak ki Alman mütefekkir Bebel, Rönesansın başlangıcı olarak İspayanya’nın Müslümanların eline geçtiği tarihi gösterir.

İslamın batıya bir diğer etkisi de bilimsel yol üzerinden olmuştur. Bu yol tercüme faaliyetleri olarak bilinen dönemden sonra gerçeklemiştir. Özellikle Abbasi halifesinin teşvikleriyle Beytü’l Hikme’nin (786-809) kurulması İslami ilimde yeni bir devrin başlamasına neden olmuştur. Antik, Hint ve Pers dönemlerinden eserler Arapçaya çevrilerek İslam mütefekkirlerinin çeşitli içtihadlar oluşturması sağlanmıştır. Bu olumlu atmosfer Kindi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Bekir er Razi, Harezmi, Ömer Hayyam, İbn Haldun gibi mütefekkirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Bu mütefekkirler;

 1.) Antikçağ felsefesini şerh ederek Batı dünyasını Yunan felsefesiyle tanıştırmışlardır.

2.) Yunan mantık sistemini müstakil bir süzgeçten geçirerek revize etmiş ve batıya bu mantık sistemini öğrenmede öncülük etmişlerdir.

3) Tanrı, özgürlük, kötülük, diğer dünyanın varlığı, evrenin sonsuzluğu gibi konularda İslamiyetle bağdaşır görüşler ortaya koymuşlardır. Bu durum Ortaçağ Hristiyan felsefesinin şekillenmesine etki etmiştir.

4) Sosyoloji alanında önemli bulgular ortaya koyarak (İbn Haldun) sosyolojinin temellerinin oluşmasında önemli kaynaklar sağlamışlardır.

4) Epistomoloji alanında önemli görüşler ortaya koyularak, batı biliminin şekillenmesine etkide bulunmuşlardır. Bu hususu biraz açmakta fayda var.

Ebu Bekir Razi; Pediatri’nin (genel anlamıyla çocuk hastalıkları) babası olarak bilinir. ‘‘Er Razi birçok kimsel madde ve minareli bilim dünyasına kazandırmıştır.’’ (Formik asit, kostik soda, gliserin vb.)

Farabi; Aristoteles mantığını İslam dünyasına uyarlayan Farabi, bu yönüyle batıya önemli bir etkide bulunmuştur. Bu yönü onu felsefenin ikinci öğretmeni anlamına gelen ( Muallim-i Sani) yapmıştır. Bunun yanı sıra hava ve titreşim olaylarına ayrı bir ilgi duyan Farabi, müzik kuramları üzerine sistematik olarak kitap yazmıştır.

İbn Sina; İbni Sina önemli bir hekim ve bilim insanıydı. Başta tıp olmak üzere fizik felsefe, müzik, jeoloji ve daha birçok alanda adından söz ettirmiştir. Karaciğere bağlı olan hastalıkları, kızıl, şarbon ve hepatiti keşfetmiştir. Bunun yanı sıra mikrop kavramını literatüre kazandıran kişi yine İbn Sina’dır. Hacamat tedavisi yapan ilk hekim İbn Sina olarak bilinmektedir. Ameliyat esnasında hastanın ağrıyı hissetmemesi adına uyuşturulması belirten ve uygulayan ilk hekimdir.

İbn Rüşd; İbni Rüşd Avrupa’yı domine eden en önemli şahsiyetlerden biridir. Tıp alanında onlarca eser yazmıştır. Bu alandaki en önemli eseri olan ‘‘El Külliyat Fi’t Tıbb’’, Latinceye tercüme edilerek yüzyıllar boyunca Avrupa üniversitelerinde birincil kaynak olarak okutulmuştur. Bunun yanı sıra cerrahi aletlerin geliştirlmesi ve tıbbi ilaçların sınıflandırılması hususunda önemli bir yere sahiptir. Gözümüzde bulunan retina tabakasının çalışma prensibiyle alakalı ilk ilmi açıklama yine İbn Rüşd’ e aittir.

Biruni; Jeodezi (yerölçümü) biliminin kurucusudur. Astronomi alanında önemli çalışmalar yaparak güneşin yüksekliğini hesaplamıştır. Dünyanın çapını günümüz değerlerine çok yakın olan bir sapmayla hesaplamıştır. Birbirinden farklı önemli ölçüm aletlerinin gelişime katkı sağlamıştır. Piknometre, mekanik usturlap bunlardan bazılarıdır. Son olarak Trigonometrinin astronomiden ayrılması gerektiği yönündeki çalışmaları da önemlidir.

Ömer Hayyam: Herkes onu rubaileriyle gündeme getirir. Ancak o bunun dışında tıp, fizik, astronomi, cebir, geometri ve matematik alanında da önemli çalışmalara imza atmıştır. Birinci, ikinci ve üçüncü derece denklemlerin ilk defa tasnifini yapan kişi Ömer Hayyam’dır. 1970’ te Ay üzerindeki bir kritere, 1980’de ise yeni keşfedilen bir kuyruklu yıldıza onun adı verilmiştir. Bunun yanısıra 1892’de Londra’da Hayyam adına bir kulüp kurulmuştur.Sonuç olarak İslam’ın ve İslam felsefesinin Batı dünyasını çeşitli yönlerden etkilediği görülmektedir. Bu durum gayet olağandır. Bilgisel anlamdaki etkileşimler gelişimin önünü açarlar. Nasıl ki İslam dünyası tercüme hareketleriyle ilmi birikim elde etmişse. Batı dünyası da İslam’ın aydınlanma dönemindeki ivmeyle kendine uygun bir yol tayin etmiştir. Ancak durumun ve şartların her an değişebildiği unutulmamalıdır. Nitekim bugün İslam coğrafyası hemen her alanda Batının gerisinde kalmıştır. Zamanında ilmi tartışmaların eksik olmadığı İslam ülkelerinde bugün gözyaşı ve kan kol gezmektedir. İlmin durduğu (içtihad) zannına kapılmak bir milletin sonunu getirebilir. Bu nedenle bilimsel çalışmaların yoğun etkileşim içerisinde olması, ARGE çalışmalarının desteklenmesi, okuma ve araştırmanın önünün açılması önemli bir yere sahiptir. Zihinde kalın.

1 comment
Muhammed için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir