“Duygusuz bir adamın hayatının altüst oluşunu işleyen bir eser.” Okuyucunun ilk başlarda ne için okuyorum bunu diye düşündüğü eser, ilerleyen sayfalarda etkisini gösteriyor. Meursault aslında söylenmesi gerekenleri söyleyen bir insan. Yani normal insan. O yapmacık duygusallıktan yana değil. Saçma gelen bu hayatın dolandırılarak yaşanması taraftarı hiç değil. Çevresinin saçmalıkları ve kendisi adına yapılan yargılamaları anlamlandıramaması da bu yüzden. Ona göre, kendisinden sonra da onlarca insan yaşama gelecek ve birbirinden farklı yaşlarda vefat edecektir. O halde ölümün kendisini saçma görmenin bir mahsuru olmamalıdır.
Albert Camus’un da içinde bulunduğu varoluşçuluk genel itibariyle bir ”atılmışlık” veya ”dünyada bulunmuşluk” şeklinde kendini gösterir. İnsan dünyaya öyle veya böyle gelmiştir. O halde var olduğu benliği inşa etmek bir gerekliliktir.

Esere giriş gelişme sonuç bekleyenler için de bir şeyler ekleyelim. Okuyucunun bir eserin nasıl şekillendiğini bilmesi önemli bir yer tutmakta. Ne de olsa artık her şey arz-talep üzerine kurulu.
Giriş kısmında baş kahramanın annesinin vefatı ve bu vefata karşı takındığı duygusuz tavırlar işlenmiş. Annesinin bakım evine bırakılmasının altında yatan nedenler ve ölümüne ağlanmamasının garipliği söz konusu. İkinci kısımda ne kadar ruhsuz olunursa o kadar ruhsuz olan kahramanın komşularıyla olan ilişkisi ve olay örgüsüne bağlanan simalar var. Son kısımda ise kahramana acıdığımız, keşke şunları şunları söyleseydi dediğimiz ve tabi ki hüzünlendiğimiz bir sonuç var. Bu kısım da mahkeme sürecine tekabül ediyor. Zihinde kalın.