Tarihler M.Ö. yaklaşık 500-428’i gösterdiğinde, Klazomenai’de (bugünkü İzmir civarında, İyonya bölgesi) bir adam dünyaya gelir. O dönemlerde Atina, sanat, mimari ve siyasi alanda önemli gelişmeler göstermiştir; ancak sistemli bir felsefi altyapıdan yoksundur. Atina’da akıl hâlâ mitolojik öğretilerin gölgesindedir. Bu dönemde mitolojik öğretiler insan bilgisinin sınırını oluşturmakta, aklı yeryüzüne indirme hususunda temkinli yaklaşımlar sergilenmektedir.
Atina’nın düşünsel olgunluğunu tamamlamadığı böylesi bir zamanda Anaksagoras isminde biri ortaya çıkar ve Atina’ya düşünsel sorgulamayı kazandırır. Anaksagoras Atina’ya geldiğinde, düşünce tarihinin en büyük filozoflarından biri olacak Sokrates henüz sekiz yaşındadır.
Anaksagoras’ın Atina’ya dışarıdan gelmesi halkın dikkatinden kaçmaz. Bunun üzerine bir de düşünceleri eklenince, göze batan bir dikene dönüşür. Bu alışılmadık kişilik, Atinalıların sandığı gibi Güneş’in bir tanrı değil, ateş kütlesi olduğunu söyler. Ay ise ışığını Güneş’ten alan bir küren ibarettir. Yıllardır süregelen inanç sistemine ters düşen bu düşünceler halk tarafından olumlu bir şekilde karşılanmaz. Her ne kadar Atina demokrasi ve sanatın merkezi olsa da, düşünce özgürlüğü henüz kısır bir döngü etrafında şekillendiğinden, Anaksagoras dışlanır.

Atina’ya dışarıdan gelen bir şahsın tanrılar hakkında yorumu (burada “Tanrı” olarak atfedilenler Güneş ve Ay’dır), onları hiçe saymak olarak anlaşılır. Hakkında “Tanrılara saygısızlık” suçlamasıyla dava açılır. Dertsiz başına dert açan Anaksagoras, Perikles gibi kıymetli dostları tarafından desteklenmesine rağmen Atina’yı terk etmek zorunda kalır. Onun bu girişimi, tarihin sayfalarına “Atina’ya felsefeyi götüren adam” olarak yazılmasına neden olmuştur.
Felsefe tarihi boyunca Anaksagoras’ın yaşamına benzer durumlar sık sık yaşanmıştır. Ancak o, bu meşaleyi yakanların başında olması bakımından her zaman ayrı bir öneme sahip olacaktır. Zihinde kalın.