Tip fakültesini yeni bitirmiş bir pratisyen hekim Anadolu’nun bir şehrine görevlendirilir. Yerini yurdunu ayarlayamadığından indiği tren istasyonunun yanındaki bir eve misafir olur. Misafirperver bir karşılama ve ikramlardan sonra genç hekimin uykusu gelir. Ancak kimseden bir hareket göremeyince “Anneciğim, burada kaçta yatılıyor?” diye sorar. Evin büyüğü olan kadın, “Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz,” der.

Hekim, merakına yenik düşerek, “Trenden tanıdığınız biri mi inecek?” diye sorar. Yaşlı teyze “Hayır, burası uzak bir yer. Yabancı biri inebilir. Bu saatte ışığı yanan bir ev bulamazsa, sokakta kalır. O yüzden bekliyoruz,” deyince genç hekim hücrelerine kadar sarsılır. Bu bir rivayet falan değil, Anadolu insanın içindeki potansiyel cevherdir.
Etrafa sokak hayvanları ve kuşlar için su ve yemek bırakanlar,
Bir ev inşa ederken kuşlara yuva yapan mimarlar,
Bütün mahallenin evladı sayılan bebekler,
Tren için yanan ışıklı evler.. Anadolu kültürünün yansımaları değil midir? Sahi bunlar hala var değil mi? Zihinde kalın.